Dolar 34,5209
Euro 36,4834
Altın 2.960,56
BİST 9.118,33
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Parçalı Bulutlu
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cum 18°C
Cts 9°C
Paz 10°C
Pts 11°C

SAVUNMANIN VE BARONUN TARİHİ – III

2 Mayıs 2008 14:27
116
A+
A-

Av.A.Metin Uracin
2 Mayıs 2008

      BEŞİKTAŞ     ÖNLERİNDE   DEMİRLEYEN   VAPUR  VE   YOLCUSU

                                                    “ Yaşamak bir eğitimdir,

                                                                               güzel yaşamak,

                                                                                                  hakikatte,

                                                                                                            akademik bir faaliyet.”

İki ada vapuru birbirlerini selamlayarak Sarayburnu önünden geçerken kavis çizerek seyir etmişlerdi. Seyr-i sefer diye düşündü Lütfü Fikri Bey.  Vapurlar birbirlerini selamladıktan sonra su üzerinde süzgün ve utangaç ayrılmışlardı. Ayrılarak uzaklaşırken çok da güzel görünmüşlerdi. Ayrılıklar Boğaz’da ne kadar da güzel diyerek sessizce mırıldandı içinden Lütfü Fikri Bey. İstanbul Boğazı. Sene 1933 senesiydi. Kasım ayı.   Akşam üzeri.  Sarararak batan güneş ada vapurunun camlarına çarparak Beşiktaş kıyılarını göz kamaştırıcı bir ışık ile aydınlatıyordu. Çırağan Sarayı’nın mor renkli çatısı görünüyordu. Yanmış çatı. Sultan Azizin bin sekizyüzyetmişaltının üç Haziran tarihinde ölü bulunması ile içine gökyüzü düşmüş çatı. 

Mor çatı. Mos-mor çatı. Susarak moraran çatı. Çırağan.

Tarihe şahitlik etmiş göz-pencereleri ile boğazın mor sularına ve Sultan Azize bakan ve gözünü hiç ayırmayan melankolik Çırağan. Ağaçlar arasında yüzüne gölge düşmüş, korkak ve suçlu Yıldız Sarayına küskün Çırağan.

Yıldız yargılamalarına sırtını dönmüş denize bakan ve tarihi karanlıkta bırakan tanığı.

Çırağan.

Lütfü Fikri Bey, bir süre Beşiktaş kıyılarına baktı. Kıyıda demir atmış bir vapur vardı. Gözleri kamaştı. Gözlerini dinlendirmek için kapatıp başını eğdi. Beşiktaş. Vapur. Güneş ve A.A.H.B. Tüm bu kısaltmalar da ne idi. A.A.H.B. Avukat Ali Haydar Bey. Sevgili Ali Haydar Bey. Değerli Ali Haydar Bey .

Avukat.

Saygılı insan.  Muhterem üstat ve meslektaş.  Ali Haydar Bey.  Lütfü Fikri Bey gözlerini kapatıp düşünürken 14 sene öncesinin olaylarını hatırladı.  Avukat Ali Haydar Bey anlatmıştı. Ekim 1918 Tuna nehir boyunu takip ederek gelen bir Vapur Beşiktaş önlerinde demir atmıştı.  Vapur Romanya-Bükreş ve Brayla yolu ile Beşiktaş önlerine gelmişti.  Vapur yolcuları oldukça heyecanlı görünmekteydiler. Vapur’un kaptanı ve ikinci çarkçısı güvertede oturmuş boğazı seyrediyorlardı. Önlerindeki sehpanın üzerinde ikiye katlanmış bir gazete duruyordu. Gazetenin sür manşet haberi Fransızca idi .

Siyah puntolar ile TRAITEMENT MONDROS SIGNÉ ( MONDROS MÜTERAKESİ İMZALANDI )diye yazmakta idi. Ali Haydar Bey,  mümkün olduğu kadar hızlı vapurdan inerek işkampavya ile rıhtıma varmak istediği o anda gazete haberini görmüştü. İnanamamıştı. Kaptanın önündeki sehpanın üzerinde duran gazete haberine tekrar baktı Avukat Ali Haydar Bey. Hukuk Mektebinin ilk öğrencilerinden ve ilk mezunlarından Ali Haydar Bey. Avrupa da Hukuk tahsili yapmamış Ali Haydar Bey.  Osmanlıda o tarihlerde henüz müstakil bir hukuk mektebi yoktu. Osmanlıda ilk hukuk eğitimi, Sultan Aziz tarafından kurulan Galatasaray Sultanisi içinde münferit ders olarak başlamıştı. Osmanlı’nın 1875 tarihli salnamesine, Mektebi Sultani için açılan hususi sınıfta Mecelle, Roma Hukuku, İdare Hukuku ve Mahkeme Tarihi ile Mantık okutulduğu kaydı düşecekti. Önceleri hukuk dersleri Fransızca verilmişti. Sonraları Fransızca ders verecek hoca sıkıntısı çekilmişti . Akabinde Sultanideki hukuk dersler kapatılmış ve bin sekiz yüz seksen yılının Haziran ayının beşinci günü Cağaloğlu’nda Adliye Dairesi içinde kurulan üç derslikli Hukuk Mektebine taşınmıştı. O tarihlerde Türkiye’nin Uni-ver-site-si yoktu. Hukuk Mektebi İstanbul’da Cağaloğlu’nda şu anda Anadolu Kız Lisesi’nin olduğu binada idi. 1907 senesi idi. Hukuk Mektebine müsabaka imtihanı ile girilecekti. İmparatorluk Osmanlı idi. Osmanlı iki dünya idi. Osmanlı’nın saadet kapısında iki farklı dünyasının yan yana gelip mürekkep olduğu yer Cağaloğlu idi. Cağaloğlu. Mürekkep deposu. Münevverlerin mutluluk kapısı. Der-saadetin küçük pay-i tahtı. O tarihlerde Osmanlı derin ve koparılmış iki dünya idi. Üniversitesiz Osmanlının Hukuk Mektebinde Temmuz 1907 senesinde imtihan vardı. İmtihana girmek için gelen birkaç genç trenden indi. Annelerinin yurdundan gelen trenden. İşletmesini o tarihlerde Almanların yaptığı Anadolu treninden. Üçüncü mevkiine 132 Osmanlı kuruşu verilerek ve üç gece dört gündüz türküler söylenerek gelinen. Trenden inen gençlerden bir tanesi Ali Haydar Bey idi. Duvarları altın kaplı, sokakları mermer döşemeli olduğunu sandıkları iki dünya Osmanlısının mutluluk kapısı İstanbul’una geldiler. Trenden indiklerinde bir odaya yerleştiler. İki arkadaştılar. Çemberlitaş’ın arkasında Tavuk Pazarı’nda. Kasap Han’da. Bir oda. Yerleştiler. Bir oda ki döşemesiz ve perdesiz. İki arkadaştılar. Temmuz 1907 senesinin Anadolu’sundan gelmişlerdi.

İki Anadolu yavrusu. Osmanlının öbür yarısı. Sesiz ve sedasız. Korkak ve utangaç. Bir köşeye çekilmiş yarısı. Güzele gözel diyen istibdat Osmanlısının tok sesli, kırmızı yanaklı ihtilal Anadolu. Izdırap dolusu, acı çekerek dünyaya kulak veren yarısı. İki arkadaştılar. Bir odaya yerleştiler. Gazla yanarak aydınlanan odaya. İdare kandili titreyen ışıklı odaya. Ot minderli. Sandalyesiz. Sıvasız. Donuk camlı. Pencereli bir odaya yerleştiler. İki arkadaştılar. İstirahat ettiler. Bir

sonraki gün imtihan yerine gittiler. Cağaloğlu’nda ki mektebin demir kapısından içeri girdiler. Osmanlının diğer yarısını gördüler. Osmanlı o tarihlerde iki dünya idi. Mutluluk yarısı, mutluluk kapısı der-saadet olarak isimlendirilir idi. Osmanlının unutkan ve vefasız yarısı. Hukuk Mektebi imtihanına gelen Osmanlı sefahatının iskarpin ayakkabılı, sert kola gömlekli, dik yakalı, kallavi sarıklı yarısının çocukları vardı. Çift atlı furgunlu, altın gözlüklü, göğüs üstü zincirli paşazade çocukları. Akşamki eğlenceden bahsediyorlardı. Boğaz yalıları bahçelerinde kaplumbağa gezintili eğlencelerden. Gece yaz eğlencelerinden. Kaplumbağaların sırtlarına konmuş mumlar ile gezinirken yapılan boğaz eğlencelerinden. Gülerek. Şen-şakrak. Bahsediyorlardı. Sene 1907 senesi idi. Sıcak geçen bir Temmuz ayı idi. İki arkadaştılar. Birbirlerine bakıştılar. Hukuk mektebindeki müsabakada yarıştılar. Netice, Sabah gazetesinde ilan edilmişti. Mesut oldular. İstikbali kazanmışlardı. Hukuk Mektebi şagırtları oldular. Tam bir sene sonra, tarihe 23 Temmuz 1908 ‘in kaydı düştüğünde . Meşrutiyet ilan edilmişti. İhtilalin çocukları ant içmişlerdi. Hukuk Mektebini bitirince iyi hakim, vakur müddeiumumi ve itimat edilen dava vekili olacaklarına. İstanbul’da o yıllarda Baro kurulmuştu. Müdaafa yapanların çoğu yabancı Avukatlar idi. Avrupa Üniversiteleri’nin Hukuk mekteplerinden mezun olmuş Osmanlı dava vekillerinin tamamına yakını ise Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Çerkez ve Arnavut idi. Ali Haydar Bey 1911 senesinde Hukuk Mektebinden mezun olmuştu. O yıllarda Baroya kayıt zorunlu değildi. Maliye Vekaleti dava vekilliğine tayin edildi. Fert ve cemiyet hayatı o yıllarda çok karışık değildi. Davalar birkaç satırlık dilekçeler ile açılır ve devam edip giderdi. http://www.istanbul.diplo.de/Vertretung/istanbul/__Bilder/Tarabya02,property=Galeriebild__gross.jpg

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.