Dolar 34,5136
Euro 36,4421
Altın 2.958,50
BİST 9.124,86
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Parçalı Bulutlu
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cum 18°C
Cts 9°C
Paz 10°C
Pts 10°C

SAVUNMANIN VE BARONUN TARİHİ – IV

17 Mayıs 2008 15:49
125
A+
A-

A.Metin Uracin

17 Mayıs 2008

“onlar münevverdiler, dağları delip de geldiler.” 

Henüz mezuniyetinden üç yıl geçmişti ki Osmanlı seferberlik ilan etti ve çok geçmeden harbe girdi. Sene 1914 senesi idi. Avukat Ali Haydar Bey. Üç senelik dava vekili Ali Haydar Bey. Harbin tam birinci günü. Avukat Ali Haydar Bey ihtiyat zabiti olarak yazılmak için koşarak Harbiye Mektebine gitti. Üçüncü sırada yedek zabit yazılarak arşivlere girdi. Eğitimine başladı. Harp eğitimine. Kısa. Çok kısa harp eğitimine. Yedek Zabitti. Cepheye sürülen ilk kafilede on yedek zabit arasında Avukat Ali Haydar Bey. Cephede kar. İklim kış. Dağları at ve katır sırtında geçerek Rus cephesine geldiler. On genç zabittiler. On genç yedek zabittiler. Onlar münevverdiler. Harbi sevmeyen sulh düşkünü münevverdiler. 
Dağları delip de geldiler. Dağların bulutlara değdiği yerden geldiler. Avukat Ali Haydar Bey ve dokuz yedek zabit arkadaşı Rus cephesinde nakaratlar söylediler. 1914 senesinin kış iklimi içinde idiler. 

“onlar münevverdiler,
dağları delip de geldiler.” 

Beyaz kış gecelerinde nakaratlı türküler, şarkılar söylediler. Korkularını yenmek istediler. Ve korkularını yendiler. Sarıkamış cephesinde donmuş arazide cephane arabalarını sürmeye çalışan askerler. Kar gibi idiler. Beyaz. Ter. Temiz. Bir sabah Rus cephesinde çatışmada esir düştüler.

Yaralı ve esir.

Avukat Ali Haydar Bey. Önce Aleksandropol. Sonra, Sibirya. Esirler şehri Krasnoyarsk. Sonunda. Buzların tam üstündeki şehir. Buzlar altına gömülmemiş şehir. Krasnoyarsk. Tren ile üç ayda gelinen şehir. Yük treninde üst üste. Yaralı ve esir. Üç bin esir ile binilen üç yüz esir ile inilen Tren. Trans-Sibirya. Molasız Tren. Esir-Sibirya. İçinde ölüm düşünülen, hayal kurulamayan Tren. Esir Treninde Avukat Ali Haydar Bey . Hukuk mektebi imtihanına girmek için İstanbul’a gelirken yaptığı Tren yolculuğunu düşündü. Öteki Osmanlıdan, ürkek ve korkak ve mahzun ve sessiz ve mahkum Osmanlıdan yani Anadolu’dan 132 Osmanlı kuruşuna aldığı bilet ile Alman Reji Trenine binip geldiği İstanbul’u. Boğaz. Yalılar. Kaplumbağalar. Titrek mum ışığı ve züppelik. Vergi borcu için Duyun-u Umumiye’nin Fransız tahsildar memurlarının önce malını ve sonra canını aldıkları öteki Osmanlı. Anadolu. Kardeşini Yemende bırakmış Anadolu. Tifo, Dizanteri ve Veba’ya tutulmuş yavrusunu Şap denizine atamamış Anadolu. Osmanlı Tahıl Ambarı. O.T.A. Osmanlı Tahıl Ambarı. O.T.A. Yığın, yığın. İnsan. Yığın ile insan. Savrulmuş Yığınlar. İnsan. Tahıl. Arpa. Buğday. Buğday tenli Anadolu ve onun çocukları. Esir-Sibirya Treninde Avukat Ali Haydar Bey. Yaralı ve esir.

Ey..! İhtilal ateşinin yakıp kül edeceği ve külünü havaya savurup yel edeceği paşazadeler!

Nerdesiniz ?

Pera..!

Cadde-i Kebir geceleri meşk ile yanıyor. 

Esir-Sibirya Treninde öteki Osmanlı Anadolusu’nun sesiz ve ürkek ve mahzun ve yiğit ve utangaç çocukları

donuyor

Avukat Ali Haydar Bey uzun bir tren yolculuğundan sonra esirler şehri Krasnoyarsk’a gelmişti. Bu şehirde üç bine yakın Alman ve Avusturyalı esir vardı. Osmanlı, Almanya ve Avusturya’nın müttefiki idi ve savaş kaybediliyordu. Esir kampının barakaları her meslek ve uğraştan insanlar ile dolmuştu. Sanatçılar, zanaatkarlar, kapital sahipleri, filozoflar, doktorlar, avukatlar ve hakimler. Bir Üni-ver-site gibi idi. Kızılhaç’ın verdiği on binlerce cilt kitaplarla baraka kamp kütüphanesi kurulmuştu. Esir kampında sayısız konferans ve toplantı yapılıyordu. Bilginin sistematik kaynağı olan bir tür fakülteye dönüşmüştü. İşte bu esir kampında bilgi ve görgü akışı hukukun üstünlüğünün Akropolisini oluşturdu. Yüksek rütbeli esir Prusyalı zabitlerin, kampın esir hukukçularının yanlarından geçerken huşu ile eğilip onları selamlamaları Avukat Ali Haydar Bey’in aklından hiç çıkmayacaktı. Kamp barakalarında yapılan konferansların birinde yeni gelen bir OsmanlTürk esir ile tanışmıştı. Türk esirinin rütbesi Mirliva idi. Sarıkamış cephesinde esir düştüğünü söylemişti. Esaretinin hikayesini anlatırken Mirliva, farkında olmadan umumi harp tasvirler yapıyor ve bir harp stratejisyeni gibi konuşuyordu. Galiçya cephesinde Alman motorize ve zırhlı birliklerinin rahatlatılması için Sarıkamış cephesine Osmanlı ordusunun sevkinin uzun ve ikna edici hikayesini anlatmıştı. Ali Haydar Beyi çok şaşırtan husus esir Osmanlı Mirlivasının Sibirya’da ki Osmanlı esir sayısı ile ilgili verdiği bilgiler olmuştu. Altmış beş bin Osmanlı esiri. Sadece Sibirya’da Osmanlı esir sayısı altmış beş bine ulaşmıştı. Tüm cephelerdeki esir sayısının ise üç yüz bine ulaştığını duyması şaşkınlığını iyice artırmıştı. Mirlivanın çok mahrem bilgilere sahip olduğu açıktı. Muhaberat-ı Osman-i olabilir diye düşündü Ali Haydar Bey. Osmanlı –Alman ittifakının üst seviyede bilgi akışının birikimi mi idi bu? Mirliva Osmanlı esirlerinden takriben yirmibin kadarının Burma iç ormanlık bölgelerine götürülmüş olduğunu, İngiliz sömürgeleri Hindistan, Mısır, Girit, Rodos ile Man adasında binlerce Osmanlı esirinin kamplarda tutulduğunu söylemişti. Man adasının Britanya ile İrlanda arasında olduğunu anlatırken hüzünlenmişti. Osmanlı esir Mirlivası Mısır kamplarındaki on bin Osmanlı esirinin gözlerine mil çekilip kör edildiklerini anlatırken kendisini tutamamış ve ağlamıştı. Evet, Mısırın Asuhan bölgesindeki çöllerde ki kamplarda tutulan Türk esirleri içinde asker olmayan sivillerde vardı. İngilizler sayıları dört yüze varan Türk esir subaylarının eşleri ve çocukları da kamplarda tutulmaktaydı. Mirliva uzun boylu ve vücut çatısı sağlamdı. Esaretin omuzlarını biraz çökertmiş olduğu anlaşılıyordu. Olayları anlatırken çok çabuk duygusallaşıyor olması fiziksel olarak çok hırpalanmış olmasının işaretlerini veriyordu. Mirliva, Osmanlı esirlerinden bir kısminin İngilizler tarafından Fransızlara devredilmiş olduğundan derin bir iç çekerek bahsetmişti. Fransızların esirleri gemiler ile Güney Amerika’da ki sömürgeleri Guyana’da Şeytan adalarına götürmüş olduklarından bahsederken kamp barakasında yanlarına esir bir Alman subayı gelmişti.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.