Dolar 35,8440
Euro 37,2194
Altın 3.225,97
BİST 10.004,38
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 6°C
Yağmurlu
İstanbul
6°C
Yağmurlu
Pts 8°C
Sal 7°C
Çar 4°C
Per 3°C

SAVUNMANIN VE BARONUN TARİHİ – II

12 Nisan 2008 14:10
132
A+
A-

     Av. A. Metin Uracin

  metinuracin@gtmail.com

12 Nisan 2008

                           BU DÜNYADAN BİR LÜTFİ FİKRİ GEÇTİ            

                                                                                                                “  Bil, Bul  ve  Sus ’’

                                                                                                                               ( Endelüs Atasözü )

Ada vapuru iskeleye zamanında yanaşmıştı. Galata Köprüsü’nün hemen yanında bekleyen yolcular  ada vapurunun iskeleye yanaşmasını keyifle izlemişlerdi. 1933 yılı Ekim ayının ilk günleri idi. Güneşli ve aydınlık günler arka arkaya gelmişti. Akşam vapuru idi. Galata’dan kalkarak Büyükada’ya giden vapur yolculuğu iki saat kadar sürerdi. Yolculuklar huzurlu bir sükunet içinde geçerdi. Adalar, sekiz yüzyıldan bu yana sayfiye yeri olarak kabul görmüştü. Rivayete göre dev gibi ordusu ile kavimler kapısı önünde mini-minnacık bir orduya yenilen Romen Diyojen, Kostantinepol’e çağrılmış, önce gözüne mil çekilip Ada’da zindan edilmiş, ölünce de Aya Yorgi’nin yüksek tepesinde toprağa verilmişti. İşte o tarihten bu yana Ada’ ya önce ibadet için gidilmiş, sonra ziyaret edilmiş ve nihayet ikamet yerinin sayfiyesi olarak seçilmişti.

Pera. Galata. Karaköy ve Bab-ı Ali münevverleri akşam vapuru ile adaya giderken bir şeyler okumaya çalışır, derin düşüncelere dalmaktan kendilerini alıkoyamazlardı.

1933 yılı Ekim ayının o güneşli gününde Lütfi Fikri iki arkadaşı ile birlikte vapura bindi. Ada vapuru hemen kalktı. Sekiz yıldan bu yana iskeleye yürüyerek gelirlerdi. 1925 yılında İstanbul Barosu Başkanlığı’ndan ayrıldığından bu yana Büyükada’ya bu vapura  arkadaşları ile birlikte aynı saatte  binerdi. Daima müktesep mevkiine giderdi. Mecmua, kitap ve yazılar okurken zaman zaman çevreyi seyreder, geçmişe hadiseleri hatırlar, derin düşüncelere dalar giderdi .

1933 yılının bu ekim gününde vapurdaki yerine oturan Lütfi Fikri ve arkadaşları kısa bir sohbet sonrası kendi iç dünyalarına çekildiler. Lütfi Fikri, Baro Mecmuasını çantasından çıkarmıştı. Mecmuada İstanbul Barosu’nun kendisinden önceki başkanı ile ilgili bir yazı vardı. Yazı, tırnak içinde ve italikle aşağıdaki satırlarla başlıyarak;

’Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık egemenliğini sona erdiren 1. Dünya Savaşı ekonomik, sosyal ve hukuksal yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Savaş sırasında yapılan toplantı ve secimlerde Celalettn Arif Bey üst üste üç kez İstanbul Barosu Başkanı seçilmiştir. 1914 -1920 yılları arasında padişah karşıtları arasında yer alan, işgal yıllarında İngilizlere karşı çıkan Celalettin Arif Bey, Jön Türk hareketine destek vermiş ve ardından Kuvva- i Milliye hareketi içinde bulunarak Kurtuluş Savaşında önemli görevler üstlenmiştir. Celalettin Arif Bey 1920 yılında Meclis-i Mebusan Başkanlığına seçilmiş, Meclis’in 11 Nisan 1920 tarihinde Padişah tarafından feshedilmesi üzerine Anadolu’ya geçerek Erzurum Kongresine katılmış ve TBMM İkinci Başkanlığı yapmıştır.’’

ve devam ediyordu.

Lütfi Fikri, mecmuayı kapatıp bir süre düşündü. Celaletettin Arif Bey simdi Paris’te olabilir miydi ?

Mecmuayı tekrar açıp okumaya başladı.                                 

‘’Vesikalar;

Divanıharbi Örfi Zabıtnamesi

27 Nisan 1919

Dava Vekili Celalettin Arif Bey; Müdafaalarını üstlendiğimiz zevatın heyeti hakimleri huzuruna sevki…………,’’

cümleleri ile yazı devam ediyordu.

Mecmuada müdafaanın tamamı yayınlanmıştı. Lütfi Fikri 1920-1925 yılları arasında Baro Başkanlığı döneminde de bu müdafaaya çok ehemmiyet vermişti. Uzun bir müdafaa idi. Meydan okuma idi. Celalettin Arif şimdi Paris yakınlarında ikamet ediyordu ve hasta idi. Paris Hukuk mektebini düşündü. Orada hukuk eğitimi almışlardı. Lütfi Fikri 10 Eylül 1908 yılında Paris Hukuk Mektebinden mezun olmuştu. 10 Kasım 1908 senesinde de Istanbul Barosuna kaydını yaptırıp üye olmuştu.

Ada vapurunda müktesep mevkideki koltuğunu lumbuza çevirip tedricen uzaklaşan vapurdan Istanbul siluetine bakıp  çocukluğunu düşündü. 1872 senesinde Istanbul’da dünyaya gelmişti. Babası Fikri Paşa kendisine Lütfi ismini vermişti. Sonradan ismine babasının ismi eklenerek Osmanlı meşrutiyet devrinde Lütfi Fikri ismi ile tanınmıştı.Vapurun lumbuzundan yavaş yavaş batan güneşin altından Istanbul’a bakarken Sarayburnu istikametinde Büyük Postahane binasını gördü. 1933 yılı ne kadar da hareketli ve olaylarla dolu geçmişti diye düşündü. 1933 yılında Istanbul Barosunda çok büyük bir yangın çıkmıştı. 45 yılık arşiv yanmış, kül olmuştu. Geriye 826 sicil dosyası ve 2 sicil defteri kalmıştı. Lütfi Fikri Baroya henüz kayıt olduğu sene 1908’de  Baro Levhası oluşturulmuştu. 125 Dava Vekili bir araya gelmiş ve o sene Baro Levhasını oluşturmuşlardı. O senden sonra sırası ile önce Yıldız Yargılamaları’nın ünlü Dava Vekili Manyasızade Refik Sait Baro Başkanı olmuş, 1908 senesinden 1914 senesine arasında sırasıyla,

Yusuf Kemal Tenkirşek,

Mahmut Mahir Bey,

Kavvasızade Fuat Beyler,

Baro Başkanlıklarını sırası ile yaptıktan sonra Celaletin Arif Bey İmparatorluğun o fırtınalı yıllarında altı yıl süre ile başkanlık yapmıştı. 1914-1920 yılları. Başdödürücü  hızlı yıllar. Akıp giden ağır yıllar. Celaletin Arif Bey. Adliyenin en üst katı. Istanbul Barosu.

Lüfü Fikri Beyin gözü martılara takıldı. Postahane binasına doğru uçuyorlardı. Adliye yangınından sonra Baro, ilk olağan Genel Kurul toplantısını Büyük Postanenin üst kat koridorunda yapmıştı. Daha sonra Baro Merkezi,  Galata’daki Liman Han’a taşınmış, kısa bir süre sonra merkezini Bahçekapı’daki  4.Vakıf Han’ın 1. katında 22, 23 numaralı odalara nakletmişti.

Lütfi Fikri sekiz yıl önce Baro Başkanlığı’ndan ayrılmıştı. Yangın onu çok üzmüştü. Bir tarih göz göre göre kül olmuştu.

Ada  vapuru tam Sarayburnu önüne geldiğinde büyük bir kavis cizerek yol alırken o güzel gününün akşam güneşi sararmış, batıyordu. Güneş batarken sararır diye düşündü Lütfü Fikri. Güneş batarken sararır diye tekrarladı içinden. Mırıldanmış olabilir miydi? Sarararak batan güneş, iskelede vapuru beklerken nasıl da kızıl bir top gibi parçalanarak dağılmak istiyordu. Henüz birkaç dakika öncesi değil miydi? Bir ateş topu gibi gökyüzüne asılmıştı. Akşam güneşi alev, alevdi.

Lütfü Fikri Beyin gözleri Ada vapuru lumbuz’un dan karşı kıyı Pera’nın güzel eteği Galata boyundan Çırağan sarayına doğru kaydı. Çıra, çıra dedi içinden. Saraya ismini veren çıra. Yavaş yavaş yanan çıra. Kendisi yanarak aydınlatan çıra. Alev, alev yanarak saraya ismini vermişti. Çırağan Sarayı. Akşam güneşi. Yanarak güzel bir aydınlık veren güneş. Çıra ateşi. Yanarak kül eden ateş.

Paris Hukuk Mektebinde okurken felsefe ile ilgilenmişti. 1908 senesinden evveldi. Ateş ve Hayat. Uzay ve Zaman. Diyalektik. Zıtların Birliği ve Mücadelesi. En çok sevdiği felsefe konuları olmuştu. Ada vapurunun rahat koltuğundan Çırağan Sarayına bakarken bunları düşündü.

Ateş. Alev. Güneş. Sararmak. Batış. Hayat.Yangın. Kül.

Adiye’nin en üst katı. İstanbul Barosu. Yangın. 1933 senesi. Tam da mahkeme dosyalarından İmparatorluğun son iki yüzyılını araştırıyordu. Çok da kolay olmuyordu. Yangından evvel mürekkepli misk u amber ile oldukça çok  sayıda el yazmalı notlar tutmuştu. Yangın ve kül olan her şey onu çok üzüyordu. El yazılarını düşündükçe biraz ferahlıyordu.

Lütfü Fikri Bey, Yıldız yargılamaları dosyalarını incelerken İmparatorluğun son iki yüzyılının ansiklopedik özüne ulaşmıştı. İstanbul Barosu’nun iki eski başkanları Mehmet Reşit Bey ile Manyasızade Raif Bey yıldız yargılamalarında müdafilik yapmışları. Bu yargılama tutanakları İstanbul’un sadece adli olmayan, Peradan Pangaltı, Yıldız’dan Galata’ya, tarihi yarımada’dan Boğaziçi ve Kızıl Adalar’a kadar olan iki yüzyıllık sosyal, mali, fikri ve mimari hayatın geçit merasimi gibi idi.

Lütfü Fikri Bey, mahkeme dosyalarını yangından kurtarılabilmiş olanlarını incelerken Istanbulu semt semt dolaşmış olayların geçtiği yerleri bizzat gezerek tüm boyutları ile tarihi yazıya nakledip gelecek kuşaklara hediye etmek istemişti.

Lütfü Fikri Bey, irkilerek vapurdaki koltuğundan fırladı. İki Ada vapuru Sarayburnu önünden geçerken her zamanki gibi selamlaşarak birbirlerinin yanından geçmişlerdi. Saygı dolu sevgi her yere sirayet etmiş olmalı diye düşnüdü Lütfü FİKRİ…..,

                                     Devamı bir sonraki sayıda…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.