Sultanahmet Adliyesi Önünde.
Işık içinde. Zindelik
A. Metin Uracin
20 Mayıs 2008, Salı
Üç arkadaştık. Avukat olan. Sultanahmet Adliyesi önünde. Yuvarlak bir masanın etrafında oturduk. Bir kalın ve üç ince dosya ile birlikte. Sabah. Erken sabah. Serin sabah. Erken sabah saatleri. Huzur. Bu yaz günün sabahında huzur mu var dedim kendi kendime. Sükunet dolu bir huzur içinde gelmiştim adliyeye. Erken kalkılmış bir sabahtan, serin su ile alınmış bir duştan sonra. Zindelik. Işık içinde. Zindelik. Işık’lı ve parlak. Güneş’in sabah saatlerindeki rengi. Zinde ışık. Rengi kırılarak adliye önündeki masaya, bir kalın ve üç ince dosya üzerine gölge olarak düşen ışık. Kendisi parlak, etkisi gölge olan. Işık. Paradoksal ışık. Parlaklığına dikkat ve yaklaşımla ulaşılan ışık. Hem yakın, hem de çok uzakta olan ışık. Güneşten gelen ve her şeye rengini veren ışık.
Masa. Yuvarlak ve gölgeli masa. Masada bir el. Arkadaş eli. Uzandı. Kalın ve kara kaplı dosyaya. Temyiz dedi, arkadaş.
Temyiz.
Delmiş gibiydi.
Masum ve parlak güneşi.
Güneşin bizzat kendi ışığı ile.
İlahi Paradoks.
Yargıtay maddi inceleme yapabilir mi?
Diyerek devam etti. Cevap vermek istemedim. Kopuş olacaktı. Işık, güneş, sabah, yaz sabahı, sükunet ve her şeyden kopuş olacaktı. Sadece cevap vermekle kalınmayacaktı. Kısa ve yoğun bu ‘’an ‘’ son bulacaktı. Sür reel olan an. Lahza.
Esasında son zamanlarda olaylar ne kadar da çok hatıraları canlandırmıştı. Bu yaz sabahında zaman hem genişlemiş, hem de daralmıştı. Sanki daralarak iğne deliğinden geçmek için kendisini zorlamıştı. Tam da kaç gün öncesiydi. Hatırlayamıyorum. Gün hesabı yaparak hatırlamakta istemiyorum. Muhtemelen altı gün kadar önceydi. Tam da bu yaz gününde . Sabah olmayan saatler de. İstiklal caddesinde güneş yine kendi ışıkları ile kendini delmişti.
Bir avukat arkadaş toplantıya giderken kanlar içinde kalıp yanıma gelmişti. İstiklal üzerinde yürürken başının arkasına bilmediği bir şey isabet etmişti. Kanlar içinde kendinden geçmişti. İstiklal tekrar tarihte determinist bir role girmişti. Sakin ve huzursuz. Kansız ve kanlı. Serin, ıslak ve susuz tarihte bir genç avukatın kaderine sirayet etmişti. İzinsiz. Habersiz ve süratle.
Tanrım.., Tanrım.., Tanrım…
İstiklalde Toprak Yok…
Sağa baktım beton duvar.
Sola baktım beton duvar.
Her yer, adım adım taş,
Gök, sağanak,
çok sağanak,
mavi ve açık,
Ey…, Toprak,
neredeysen
çık ortaya çık.
Güneş yine İstiklal caddesinde kendi ışıkları ile kendini delmişti. Ey.., tarihe şahitlik etmiş, gözleri ağlamaklı, göz çanakları kanla dolu cadde. İstiklal. Genç ve ihtiyar cadde. İhtiyatlı ve ihtiyari cadde. Omuz’unun üzerinden geriye bak. Derinliklere. Dudak bükmeden. Alaycı halli. Mimik silkmeden, müptezel züppeli. Şahidi ol. Cesur ve ilkeli.
Tanrım.., Tanrım.., Tanrım…
İstiklal caddesi, Cadde-i Kebir, çocukluk ve gençlik yıllarımdan hep ayrılmak istediğim, daha çok ayrılmak istedikçe bağlandığım cadde. Cadde-i müptelle. İçinde hatıralar saklı cadde.
Yürürken üzerinde ağlayarak şarkılar dinlediğim. Sinematekte Kelebek filimi çıkışı, evime üzerinden koşarak ve korkarak gittiğim. Daha çok… işte zirve dediğim. Şehrin kubbesi cadde.
Akro.
Polis.
Akropolis.
Büyüklüğüne yakışsın. Şahidi ol. Her şeyin. Havada uçan tozun. İçin de sakladığın gizin. Sana güvenip gelen, sana kendilerini emanet eden herkesin şahidi ol.
Titremiş Hatıralar.
Yıllar, yıllar önce cadde başı Konsoloshaneye turnikesiz kapısından girerek, bahçesinde hayaller kurup, doyumsuz sohbetler ettiğimiz İstiklal. Şimdiler de post-modern otel. Eskiler de Kürk Evi. Doğa Kürk Evi. Yorucu ve hararetli ilk gençlik yıllarında tartışmaların yapıldığı, yorulunca vizon, tavşan ve astragan kürklerinin içinde kıvranarak istirahat edilen, yıkılmış evin tam da üzerinde durduğu cadde. İstiklal.
Temyiz.
Üstadım siz ne düşünüyorsunuz bu konuda. Yargıtay ikinci defa maddi inceleme yapabilir mi?
Üzerine gölge düşmüş masada bu ses yankılandı.
Kendime geldim.
Titremiş hatıraların sür-reel gerçeğinden, reel olana tedrici olmayan bir şekilde inmiştim. Hız. Zaman. Bunların sinsi irtibatı.
Temyiz mi?
Demiştim.
İçten içe ve kendi kendime.
Eski Roma’dan beri bilinen olay mı, hukuk mu? Ayrımı’nı düşündüm.
Kendime gelmiştim.
Hayatın gerçek, donuk ve meta-zoru, mecburi ağırlığını göz kapaklarımın üzerinde his etmiştim.
Yüksek Yargı organımızın kuruluş ve yargılama yönetimlerini örnek aldığı batı Yargıtayların da ve benzerlerinde uygulanan ilkeleri göz ardı edip etmemiş olduğunu düşündüm.
Olaya ilişkin sorunlarda içtihat yaratılmaması gerektiğini düşündüm.
Yargıtay’ın ilk mahkemenin yerine geçerek bu sorunları çözmemesinin bir ilke meselesi olduğunu düşündüm..
Yargıtay, yasa organının yerine de geçmemesi gerekir dedim kendi kendime.
Olay sorununu çözmeye yetkili değildir kanaatinde miyim diye düşündüm.
Aslında, uygulamanın yarattığı ve olaya ilişkin bu sorunun nasıl çözüleceği ise belli değil midir sanki..
Sorun bir hukuk sorunu değil,
bir olay,
bir olgu,
bir eylem sorunu ise eğer..
Bu sorunu, ilk mahkemelerin yerine geçerek çözmek, Yargıtay’ın tam da yetkisi dışındadır.
Evet, böyle düşündüm.
Hukuk kuralları uzun ve sancılı yıllar boyunca süzülerek gelen tecrübelerin yazılı ve kayıtlı ürünleri midir ?.
Bu kurallar ve formüllerden ayrı düşüldüğü zaman, doğacak sonuçlar, sağlıklı ve sıhhatli midir ?
Nihayi olarak, içtihatları birleştirme kararıyla ulaşılan çözüm, bunun tipik bir örneği midir ?
Yargıtay Yasasın da “benzer hukuksal konularda” içtihatların birleştirileceği belirtilmiş olduğu için
Yargıtay’ın olaya ilişkin sorunları çözmede de yetkili olduğu ileri sürülememelidir.
Esasen Yargıtay’ımız, yıllardan beri, dünyada örneği görülmemiş bir biçimde
I.duruşma yapmadığı
II.istinaf yetkisini haiz olmadığı
halde ilk mahkemelerin yerine geçerek, olay sorunlarını mütemadiyen çözmemiş midir diye düşündüm.
Tıpkı ilk mahkemeler gibi duruşmayı yeni baştan yapabilme ve dolayısıyla istinaf yetkisini haiz olan yüksek mahkemeler bile, bu yetkilerini kullanmadıkça, yani duruşma yapmadıkça, ilk mahkemenin yerine geçerek olay sorunlarını çözmemektedirler.
Dünyada hiçbir Yargıtay’ın
Cour de Cassation,
Corte di Cassazione
Court of Appeal
High Court
esasen bu anlamda duruşma yapma yetkisi yoktur.
Bu yokluğun nedenleri ve sonuçları bal gibi bilinir.
Gerçekten duruşma yapmanın nedeni;
Bir olayın gerçekten olup olmadığı,
•Olayları..,
Kanıtlarla ve Bulgularla doğrudan ilişki kurarak saptamaktadır.
I.TARTIŞMA : Olaylar, yüksek sesle yapılan duruşma da tartışma sonucu saptanacak;
II.TANI : Ardından da gizli görüşmede olay’a hukuksal tanı konacak,
III.TANIMLAMA : Yazılı hukuk normlarına göre olay nitelendirilecektir.
Yargıtay’ın muhterem hakimleri yargılamanın birinci evresinde yani duruşmada bulunmadıkları için olayı çözme konusunda yetkisiz olmaları gereklidir diye düşünürken yuvarlak ve yarı gölgeli masada sırtı güneşe dönük olan arkadaşın sesi ile irkildim.
Sana, ne düşünüyorsun diye soru sormuştum.
Soruyu düşünüyorum demiştim.
Ben Yargıtay’i diye devam ederken. Henüz sözüm bitmemişti ki ,arkadaş devam ederek,
‘’Hukuksal Tanı’’,
‘’yani varlığı kabul edilen olaya niteleme yapma konusunda Yargıtay kesinlikle yetkilidir ‘’diyerek sürdürmüştü..
Bu yetkinin doğal sonuçlarından biri de şudur:
‘’Hukuk kuralları, onların yorumları ve hukuksal tanılar, ülkede tek olacaklarından,
Yargıtay her ülkede tektir.’’
‘’Bir başka deyişle, Yargıtay tek olduğu için değil;
yorum,
kurallar
tek olduğu ve bunlarda yani içtihatta birlik istediği için, Yargıtay tektir’’
‘’ Buna karşılık olaylar, asla tek ve benzer olamazlar.’’
‘’ Hiç bir şey tekerrür etmez. O yüzden de olayı duruşma da saptayan mahkemeler her ülkede tek değil, çoktur ve bunlar içtihat mahkemeleri değildirler.
Eğer bir ülkede bir yargı organı ‘’olay sorununu çözüyorsa’’, o artık Yargıtay değildir, duruşma yapmadığı için de istinaf değildir. ‘’
Dedi, sırtı güneşe dönük olan arkadaşım. tam o sırada masaya porselen olmayan bir tabağın içinde dilim, dilim kesilmiş bir tost ekmeği geldi.
Arkadaş, ne bu diyerek
Biz kahvaltı tabağı söylememiş miydik, diye sordu.
Sipariş, sipariş diye arkadaş mırıldandı.
Garson, kahvaltı tabağımız yok efendim, diye cevaplandırdı.
Bu getirdiğini yiyeceğimizden nasıl emin olabilirsin, diye arkadaş sorarken ben Yargıtay’ı düşündüm.
İkame.
İkame.
Olmayanın yerine. Oldurma. Uydurma. Göze soka soka.
İmkansızlık ve yokluklar sebebi ile kaldırılmış olan istinaf mahkemelerini, düşündüm.
Rivayete göre ‘’ Fi ‘’ tarihinde hakim eksiklik ve yetersizliğinden İstinaf mahkemelerinin kaldırılmış olduğu ve Yargıtay’ın bu nedenle tedricen istinaf mahkemeleri gibi davrandığını düşündüm.
‘Usul Ekonomisi’ ve ‘Fiziki Yetersiz Şartlar’
İçimden ritim tutmak geldi. Tam da huzurlu bir yaz – bahar sabahında. Serin ve gölgeli.
Oldurma … oldurma…olduramazsan uydurma………Ol…………….,
Düşünmenin tatlılığını hissettim. Düşünürken duymadığımı da bu arada fark ettim. Arkadaşın dudaklarının kıpırdadığını, hafızamı tazelediğimde hatırladım. Fakat hiçbir şey duymamış olduğumu anladım. Bunu anlamamı sağlayan arkadaşın ses volumünü düşürmesiydi.
Sol elimin baş ve işaret parmakları ile gözlerimi ovuşturup arkadaşı dikkatle takip etmek için sandalyemde dik oturmak için doğruldum.
Arkadaş devam etti.
‘’Yukarıda belirttiğim nedenlerle, temyiz yoluna başvurmanın davayı aktarıcı yetkisi vardır.
Effef de Volutif
Yalnızca olaya konulan hukuksal tanı bölümünde sonuç doğurur.
Yargıtay bu hukuksal tanıyı inceler ve ilk mahkemenin yerine geçerek bu konuda karar verebilir.
‘’ Denetleme’’
Olayların olup olmadığına ilişkin bölüm, duruşma yapmayan Yargıtay da çözülemeyeceğinden, Yargıtay bu konuda ancak gösterilen gerekçeyi denetlemekle yetinmelidir, diye devam etti arkadaş. gibi değerlendirici yargılarla olay sorunlarını, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçerek çözemez, dedi arkadaş.
‘’ Değerlendirme’’
Yargıtay’ın bu konudaki denetimini; Çelişkisiz gerekçeyle yansıtılıp yansıtılmadığını inceleyerek yapmalıdır derken, üzerine basarak bir tür aşırı vurgu ile dikkatimizi çekmeye çalışmıştı.
O yüzden Yargıtay yargıcı; ‘’davanın değil, yalnızca hükmün yargıcıdır.’’
‘’… tantum judicatum, quantum conclusum… ” dedi arkadaş.
Oldurma …oldurma…olduramazsan uydurma…Ol..,
Sultanahmet Adliyesi Önünde.