SAVUNMANIN VE BARONUN TARİHİ – VI
A. Metin Uracin
31 Mayıs 2008
“Vice versa.”
Çok konuştuğunu fark eden Osmanlı esir mirlivası kendisine şaşırmıştı. Ali Haydar Bey ona hiç bir şey sormadan neden bu kadar tavsilatlı anlatmıştı. Bu bir varoluştu. Varlığı hissedişti. Biraz utandı. Fakat, hemen konuyu kapatmış olmaktan daha çok utanacağını düşündüğü için daha günlük konulara geçerek bir diyalog havası yaramak istedi.
“ Ne demiştim Ali Haydar Bey ? ” diye devam etti Osmanlı esir mirlivası, Rus ordusu kendi içinde fokur, fokur kaynıyor. Rus-Japon savaşının tahribatı geçmeden Çar Nikola ikinci bir savaşa atıldı. 1905 senesinde Japonlara karşı Rus köylüsü cepheye sürülünce, köylünün takati henüz vardı. Dokuz sene sonra 1914 de köylünün takati kalmadı. Askerlerde savaşmak istemiyorlar. İşçiler içinde hareket hiç durmadan ve büyüyerek devam ediyor. Narondikler, Nihilistler, savaş karşıtı Yurtseverler, Menşevik ve Bolşevikler. Çar Nikola’ya karşı hepsi birleştiler. Çar Nikola’nın tahtı sarsılıyor. Kampa gelen en son bildirilerde İşçi–Köylü –Asker Vekilleri Sovyetlerine. İleri, yazıyordu.
Bizi bu esir kampından Osmanlı-Alman-Avusturya’nın yenilmiş ordularının ittifakı değil, bizzat galip orduların iç zıtlık ve mücadelelerinin tahrip edici patlaması kurtaracak. Buna ben zafer kazananların mağlubiyeti demek istiyorum. Mekanik zafer. Dinamik mağlubiyet. SPARTAKÜS. Köle. Roma’da köle. İsa’dan önce. İsyancı köle. Roma’nın tüm mermer heykellerini ve yollarını ve hamamlar ile senato binası da dahil her şeyini yapan Mısırlı tabii köle önderi. Fark edilmeyen köle. Koyun gözlü köle. SPARTAKÜS. Egemen. Satıhtaki nüfuz. Satıha nüfuz etmiş iktidarsız egemenlik. İstikrarda iktidar yokluğu. Alman ve Avusturyalı esir askerlerin sesi. SPARTAKÜS. Direnişin yazılı metni. SPARTAKÜS. Esir kampında direnerek özgürleşmenin, özgürleştikçe güzelleşmenin ve güzelleştikçe sevmenin ve sevilerek hayata sıkı, sıkı tutunmanın teorik itici gücü. SPARTAKÜS.
Osmanlı esir mirlivası SPARTAKÜSÜN Almanya –Berlin mahreçli politik bir hareket olduğunu , Polonyalı bir ekonomi doktoru olan Rosa isimli kadın ile Alman Karl isminde iki liderlerinin olduğunu söyledikten sonra, savaşan tüm askerler arasında kardeşlik ve kozmopolit enternasyonalizmi geliştirmeyi amaçladıklarını anlattı. Savaşın Emperyalist bir savaş olduğunu ve dünyayı paylaşmak için mazlum halkları birbirlerine düşüren Emperyalistlere karşı olan SPARTAKÜSLER arasında bir çok esir Türkün de yer aldığını belirti.
Avrupa’da eğitim almış İstanbullu bir çok esir zabitin SPARTAKÜSLERE katıldığını ve bir kısmının Hizb-i İştirakküyum adında bir sosyalist parti kurduklarını söyleyerek devam etti, Üsküdarlı Tayyareci Süleyman esir kampında Türk esirlerin derleyici-toparlayıcı doğal önderliğini yapıyor, dedi. Şayet isterse gidip Ali Haydar Bey’i Üsküdarlı Tayyareci Sosyalist Süleyman ile tanıştırabileceğini, ekledi.
Osmanlı son dönemlerinde Hava kuvvelerine çok önem vermişti. Güçlü bir hava kuvvetleri kurmuştu. Çok sayıda savaş pilotu yetiştirmişti. Tayyareci Süleyman esir düşmüş bir Türk pilotu idi. Üsküdarlıydı. Avrupa’da tahsil görmüştü. Kozmopolitti. Milletlerarası düşmanlığın sürekliliğine hiç inanmayanlardandı. İştirakkuyumcuydu. İştirak edilen her şeyin daha güzel olacağına inananlardandı. Harp mektebinde, yazılı insanlık tarihinin harp tarihi olduğu kendisine öğretilmişti.
‘’İnsanlar sürekli harp halindedir. Sulh,sadece mola verip dinlenmek içindir,’’
denilmişti.
Tayyareci Süleyman hiç inanmak istemişti. Harbe karar verilmiş. Harbe gidilmiş. Tayyareci Süleyman esir edilmişti. İştirakkuyumcuydu. Harbe iştirak etmişti. Harbin mütemmim cüz-u gibiydi. Yalnız ve kalabalık. Tek başına, dev bir esir ordusu içinde. Vefa ve cefa. Derman ve dert. Yalnız iken çekiciliği olan, içinde iken unutulup kaybolunan kalabalık.
Tayyareci Süleyman’ın kaldığı esir barakasına gittikleri zaman barakanın sigara dumanı altında hararet ile tartışan Türk esirleri ile dolu olduğunu gördüler.
Bu konuya girmeden önce şunu söylemek isterim dedi, Osmanlı Mirlivası esir kampında olduğunu unutarak. Bu esir kampında çok sayıda Türk esirin SPARTAKÜSLER ile teması var. Alman ve Avusturyalı esirler Rus ihtilalcilerle birlikte bu emperyalist savaşa karşı çıkıyorlar. Bak dedi, şu hararetli tartışan esirlerin hepsi kampta olduklarını unutmuş görünüyorlar. Esir kampında esirleri bu tartışmalar ayakta tutuyor. Bir çok esir beyin ve vücut faaliyetlerini asgariye indirince dayanamayıp ölüyor. Ölüm esir kampında kalleş oluyor. Ölüm beşeri inkıtaya tahammül göstermiyor, diyerek devam etti esir mirliva konuşmasına. Bak dedi, Tayyareci Süleyman bu barakada gözükmüyor. Tayyareci Süleyman gelene kadar sana iki gün önce kampta ölen bir Türk esir zabitinin kitaplarını göstermek istiyorum. Bu zabit, Kızıl Haç’ın yolladığı kitaplar arasına girip esaret şartlarına dahi aldırış etmeden durmadan yazıp çizerdi. Ona hep Kitap Kurdu demek isterdim. Sonunda dedim de. Adını hala bilmem. O benim Kitap Kurdumdu. Kitap Kurdu iki gün önce öldü. Kim bilir, belki de yazıyı, ölüme çare bulmak için çabalayan insanın ölüme karşı bulduğu tek çare olarak düşünüyordu. İstersen sen onun kitap ve yazları ile meşgul olurken ben Tayyareci Süleyman’ı öbür barakalarda arayıp bulayım ve buraya getireyim dedi ve uzaklaştı.
Ali Haydar Bey barakada Kitap Kurt’unun ölmeden önce yattığı ve çalışma yaptığı yere gitti. Matem havası egemendi. Ölüm her yerde ölümdü. Zamanın hem içinde idi, hem de dışında. Muamma. Muamma. Kendi kendisini açıklayamayan kara, karanlık muamma. Zaman. Uzun zaman. Dar zaman. Zor zaman. Uzayı düşündü. Zaman hiç genişler mi dedi kendi kendisine. Zamanın genişlediği hissine kapılmıştı Ali Haydar Bey.
Kitap Kurt’unun yatağının altı ve üstü kitap, yazılar ve karalamalar ile doluydu. Kitap Kurdu araştırmalar da yapıyor diye düşündü. Ali Haydar Beyi çok şaşırtan bir el yazması araştırma idi. Dikkatle bakınca gözlerine inanamadı. İstanbul Barosu ve İstanbullu Avukatlar ile ilgili bir el yazması idi. Sıkı bir çalışmaya benziyordu. Anlaşılan o idi ki, İstanbullu ilk ecnebi Avukatlar tarafından tutulmuş notların Fransızcasından Kitap Kurdu’nun bizzat Osmanlıcaya çevirerek yapmış olduğu bir çalışma idi. El Yazmalarından bir tanesi şöyle başlıyordu:
‘’Sosiete du Barreau de Contantinople.’’