Dolar 34,2669
Euro 37,2504
Altın 3.070,46
BİST 9.006,55
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Parçalı Bulutlu
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Per 19°C
Cum 19°C
Cts 15°C
Paz 15°C

SAVUNMANIN VE BARONUN TARİHİ – IX

14 Haziran 2008 16:33
95
A+
A-

A. Metin Uracin

                                                “ Osmanlı Ülkasinde Avukatlık 

“Esnafı Yazıcıyan”                                  

Lale Devri Osmanlısını düşündü Ali Haydar Bey. Yazı ile müdafa yapan Arzu- halcileri düşündü. Cami avlularını. Devlete müracaat kapılarını. Yeniçerilere aşk nameleri yazan arzu-halcileri. Divanı. Hükümeti. Halkın katiplerini.

Şeriat kapısına müraacat  bir usule tabi idi. Rastgelenin yazamadığı arzulu haller içinde. Kabul edilmezdi.  Arzuhallerin ahkamı-ı şerr’iye ye uygun olması gerekirdi.

Arzuhalcilerin de;

 Irz sahibi.

       Miri hukuku bilen.

                     Doğru ve tecrübeli kimselerden olması gerkirdi.

Çile çekmek. Ocaktan yetişmek demekti. Arzuhalci olmak için gerekirdi.

Ruhsatname. Ruz-name. Gün vesikasi. Günlük meramın misk-i amber kokulu ve sadrazam nivisli, vukuat ehlisi. Günlük izin manasına gelirdi.  Padişah fermanından ayrıydı. Sadrazam veriridi. Arzuhalcilik Ruznamesini ocak zabitleri marifeti ile alamayanlara bu düstur verilmezdi.

1691 tarihinde Arzuhalci Başı   istida vermişti ve  sadrazam bir Ruz  ser-dest etmişti.  Eskiden beri mevcut olan nizamlara aralıksız riayetsizlik mevzu bahisti.

“Dükkan köşeleri ve cami ve kıraat u kahvehanelerde ve medrese avlularında, yazıya vakıf olmadan mürekkep dividini beline sokanların kağıt karaladıkları, kamış kalemler çatlattıkları görülmüştür”, denilmiş.

Ocakçı başlarının gözlerini açmaları istenmiştir.

                                                   “Muhziler ve Mahkumlar”

Döküntüler. Niğde. Karaman. İncesulu müflis ve mahkumlar. Osmanlıda ilk dava vekilleri. Mapushaneye korkak girip,  kurnaz çıkan mahkumlardan acemi dava vekilliği.

“Butayfa yeniçeriler içinde ve pazarda ve sadrazam kapusunda arzuhal ve me-katip tahrir ederler”

                                                                                                              Evliya Celebi  

                                                                 “Müzevirler”

Şerr ’iye mahkeme katipleri. Boğazda , Üsküdar da, Çamlıca da ve sair  yazlık yerlerde meyve, sebze ve zahire satan bakkaliye sahipleri.  Kadı ve Hakim-ül  Şerri’iye yi alış veriş sebebi ile tanıyanlar. Kavgadan hoşnutluk alanlar.  Niğde, Karaman ve İncesulu olan ve cepleri kağıt ile dolan. Dükkanlarındaki işlerini aksatan.  Kendilerine dava vekili süsü veren. Mahkeme koridorlarında gezen. Dükkandaki işlerini kalfa ve çıraklarına emanet eden müzevirler. Yalancılar.

Yazıhanesiz müzevirler.  Ayaklı Yalancılar.  Ayak Kavafları.

Avukatlığa…………………. doğru..,

                                                               “İlk Üç Basamak”

  1. 26 Nisan              1839   –   Hattı Hümayun     –   Tanzimat
  2. ………….?                1856   –   Islahat Fermanı    –   Cemaziyul’ahır.
  3. 13 Agustos          1874   –   Cerideyi Mehakim-   Dava vekili mesleğine girecekler için imtihan.

                                          1900 lü yıllarda İstanbulda bir Dava Vekili


Ali Haydar Bey,  kitap ve çalışmaları karıştırdıkça, şaşırdıkça şaşırıyordu.  Bu bir hazine idi. Osmanlıda hukuki gelişmeleri ikiye ayırarak incelenmişti. Tamamen İstanbul’da ki konsoloshane raporlarına dayanan yabancı lisanda yazılmış vesikaların tercümeleriydi. Ali Haydar Bey’in en dikkatini çeken vesika,  3 Haziran 1876 tarihinde sarayda ölü bulunan Sultan Abdülaziz ile ilgili kurulan Yıldız Mahkemeleri ve Yıldız Yargılamaları başlıklı tercümesi yapılmış vesika idi.  Daha da ilginç olanı Ali Haydar Bey’in Hukuk imtihanını kazanıp mektebe başladığı tarihte Baro Başkanı olan Manyasızade Refik Bey’in Yıldız Yargılamalarında Avukatlık yapmış olmasıydı. Tarihe ışık tutacak bu belgelerin mutlaka kurtarılması gerektiğini düşündü Ali Haydar Bey. Teferruatlı yapılmış bu çalışmalara bakarken Marko Paşa ismine rastladı Ali Haydar Bey. Gülümsemeye başladı. Esir kampında gülümseyen Ali Haydar Bey. Diğer esirlerin kendisine şaşkınlık ve hayret ile baktıklarını hiç fark etmemişti. Gülümsemesine vesile olan husus, vesikalardan bir tanesinin üstünde Yıldız Muhakematı Şahidi Marko Paşa yazıyor olması idi. Yıldız Yargılamaları’nın  tarihe intikalini sağlayan şahidi.  Marko Paşa. Görgüye dayanmayan şahadeti,  gözden ayağa düşüren şahit.  Marko Paşa.

Markooo paşşşaa  ve içe dönük hatıralar canlandı Ali Haydar Beyin zihninde.İlk gençlik yıllarının kısa seyehatler içinde oyunla süslenmiş ışıklı hatıraları. Markoo paşşaa… Ali Haydar Bey Hukuk mektebinin ikinci senesinde bir arkadaş edinmişti. Güleryüzlü ve topcu. Top tutkulu arkadaş. Aren Salih. Kuzguncuklu Aren. Topcu Salih. Topcu derlerdi hülasa. Marko Paşanın malikhaney-i müstakiline komşu idi Aren.  Ayakla oynanan topu severdi Salih. Aren Salih. İki takma isimli olan. Mektebin tek talebesi. Topcu Salih.  Kuzguncukta ikamet ederdi. Leyli değildi. Okulda yatıya kalmazdı. Kuzgun ve Kuzguncuk’u. Severdi. Mektepten talebe arkadaşlarını daha çok severdi. Hafta sonları  onları davet ederdi. Davetlilerin en birincisi  Ali Haydar Bey.  Ayakla top oyunu oynamak için.  Ali Haydar Bey her hafta sonu Kuzguncuğa giderdi. Evvela.  Tavuk Pazarından sahile inerdi.  Saniya. Yürürdü.  Deniz kıyısından yarı-tahta köprü istikametine yürürdü.  Galata Köprüsüne.

 Mola verirdi.

                Kısa mola.

                       Köprünün tam başındaki mola..

                                                           Bir bardak çay içerdi.

                                                                                      Koyu ve sıcak .

                                                                                                            Demli ve nar kırmızı.

Kıraathane-i Şarkiye’nin kerpetenle kırılan ve dil altına  atılan şekeri ile yudum yudum içerdi.

Önceki hafta sonu yine aynı istikameti takip ederek gelmişti. Yarı-tahta Galata Köprüsündeki Şarkiye Kıraathanesine. Yeşil sarıklı,  ince ve uzun yüzlü,  açık tenli ve sakin bir ihtiyar görmüştü. İhtiyarın yanındaki bir yastığa yerleşmişti.  Çay siparişini vermeden sohbete girilmişti.  İhtiyar ince ve uzun parmakları ile kıyıya yakın evleri işaret etmişti.

 Bak demişti.

Şu evlerin pencereleri,  hem içine hem de dışına bakar.

Vakur.

Pencereler üzerindeki yarı kalkık tahta kafesler,  uykudan yeni uyanmiş insan gözü gibi.

Mahur.

 Hem içinden bakan , hem de dışarıya gözlerini kapatmayan.

Binalardaki kafes ve cumbalar, hatunların feracelerine bezemiyor mu sanki, diyerek sürdürmüştü konuşmasını ihtiyar.

 Binalar esasında herşeydir.

 İnsan gibi.

 Hem içindekini rahat ettiren.

Hem de çevresini  yücelten.

 Ermiş insan gibi. Evliya gibi.

 İddiasız.  Lakin, ferdiyetli.  Hürriyetli.

Mekan.

 Cennet mekan.

İmkan.

 İhtiyar kendi kendine mırıldanmaya başlamıştı.

Bina ve zina.

              Bina ve zina.

Tam o sırada çay getirmişti deste-mallü ve  ela gözlü ve şark-i çıban yüzlü, çaycı.  Feylesofu andıran ihtiyar çayından bir yudum alıp kelamına devam etmişti. Mekan demişti.

Mekan.

Taş ile toprak arasındaki boşluğu dolduran.

İmkan.

İnsan.  İnsan için. Bazen mezar. Daima mekan. Tabiat demişti ihtiyar, boşluğun, boş kalmasına müsaade edemez.  Doldurmak bir mecburiyettir. Tattır.  Damaktır.  Çinde mi ?yoksa maçin de mi? Bir feylosuf söylemiş;

                                                          “ Küçük olan Büyüktür.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.